Genel

OY KULLANMANIN VEBALİ VAR VEBALİ!..

OY KULLANMANIN VEBALİ VAR VEBALİ!..

Hangisi zor, adayın kendisini anlatıp seçilmesi mi, seçmenin adaylar arasından beğendiğini oylayıp seçtirmesi mi?                           Aday, partisini, ideolojisini, yapacaklarını mı öne çıkartmalı; seçmen lider’e, ideolojisine/partisine mi, gidişata göre mi oy vermeli?

Her seçim öncesi tartıştığımız bir konu bu.

Geride bıraktığımız Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Milletvekilliği seçimleriyle, 31 Mart’ta gideceğimiz Mahalli İdareler Seçimleri arasında dünya kadar fark var. Önemlisi, merkezi idareye karşın, yerel yönetimler ve yöre sorunları daha çok öne çıkacak.

Enflasyon, hayat pahalılığı, terör, dış siyaset, siyasi gerginlik, işsizlik, emeklinin durumu elbette seçimle özdeşleşecek konuların başında gelecek.

Ancak, kim ne derse desin, partilerin adaylarını tanıtma ve adayın tanıtımını sandığa yansıtma operasyonu içinde ‘seçmenin sorumluluğu’ sonuca en büyük etki edecektir.

Dolayısıyla partiler, partilerin kurnaz, kurmay ve propagandistleri, slogan seçiminden, sorunların tespitine, çözüm önerilerinden ‘kriz yönetimine’ her şeyi ince detayına kadar kontrollü yapmak zorundadır.

Çünkü, ‘demokrasi/seçim/sandık’ denkleminde, seçim süreci çerçevesinde, her ‘iş/oluş/hareket’ kriz potansiyeline haiz gelişmedir. Kriz’i yönetemeyen veya ‘kriz’ çıkaranın yenilgisi kaçınılmazdır.

Bırakın ideolojik bir çıkışı, şaka yollu bir söz bile seçime direkt etki yapar.

Merhum Süleyman Demirel’in Rize de ‘hamsi kavağa çıkar mı?’ esprisi neticesi, partisi Karadeniz de hüsrana uğramıştı. Demirel’in bu çıkışı hem sandığa gidiş oranını yükseltmiş, hem de ‘ağır tahrik’ olarak bölge de rakip safta kümelenmeyi sağlamıştı.

Bu açıdan bakınca, her şeyden önce siyasi partilerin belirlediği adayların, seçmende arkası olması şart… En azından tanıtım kolaylığı olur. İkincisi, ‘defolu/Egolu/kibirli/paragöz’ yani ‘ayna ile kavga eden tip’ olmamalı.

Ancak, kim ne derse desin siyasetimizde maalesef her seçimde bu tip ve politiplerle karşılaşmamız mümkün.

Dolayısıyla, ister anket veya ön seçimle, ister parti sultası belirlemesiyle başkan adayı ve meclis üyesi olarak ortaya atılırsa atılsın; demokrasinin olmazsa olmazı seçim/sandıkta bütün ‘yetki/vebal/çözüm’ seçmendedir.

Paragöz, kibirli, yandaş, ideolojik seçmen; sorumluluğu partiye yükleyip, adayını gözü yumuk seçen/oylayan ‘sorumsuz yurttaş’ tiplemesine uygun seçmendir.

Sadece Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçimi, mahalli idareler seçimi değil, muhtarlık, dernek başkanlığı, sendika başkanlığı seçiminde dahi, ‘demokrasi’ ve ‘yasal hükümlülük’ yetkisi olan ‘oy kullanma hakkı’ ‘liyakat’ ölçüsüyle, ziyadesiyle, ‘kentlilik/yurttaşlık bilinciyle’ kullanılmalıdır.

Sandık başına giden her fert/yurttaş, ‘kendini değil, kentini düşünen’ insan profili sergilemelidir. Defolu/egolu/kibirli/ paragöz tip ve politipleri kullandığı oyla elemelidir.

Türk seçmeninin ‘sandığa gitme’ alışkanlık ve bilinci iyi, ancak; sandıktan sonra siyasete katılma anlayışı zayıftır.

Siyasete katılma anlayışının olmaması ise ‘siyasi yozlaşmadan’ kaynaklandığı kesindir. Siyasete, ‘ellenip/bellenip/ dillenmekten’ korktuğu için katılmayış hâkimdir.

Ancak, Ellenip, bellenip, dillenmekten korktuğu için siyasete katılmayanların suçu, sandıkta yanlış oy kullananlar kadar ağırdır.

Dolayısıyla seçmenin görevi sadece ‘doğru oy’ kullanmakla bitmiyor. Seçim sonrası siyasete katılmalı, medyadan siyaset takip’ modundan kurtulmalıdır.

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!