Madenci Anıtı önünde bir araya gelen Zonguldak demokrasi platformu adına açıklama yapan dönem sözcüsü Erdoğan Kaymakçı; “Sorun o günün Çevre, Şehircilik ve İklim değişikliği Bakanının da imzası olan ve madencilik faaliyetlerine izin verilen belgelere imza atan asıl sorumluların, denetimden sorumlu birimler de dâhil olmak üzere yargılanmamasındadır” dedi.
Zonguldak demokrasi platformu dönem Sözcüsü Erdoğan kaymakçı açıklamasına şöyle devam etti:
“13.04.2024 tarihinde Anagold Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş. tarafından işletilen Erzincan İli İliç ilçesinde Çöpler Altın Madeni İşletmesinde saat 14.30 sularında yığın liçi sahasına yığılmış malzemenin duraysızlık sonucunda kaymasıyla meydana gelen faciada 9 maden emekçisinden haber alınamadığı öğrenilmiştir. Öncelikle bu faciada kaybolan ve arama-kurtarma çalışmaları yürütülen 9 maden emekçisine, umutlar azalmasına rağmen, ulaşılmasını diliyor, ailelerine ve yöre halkına geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.
Türkiye son yıllarda madencilik sektöründe yaşanan felaketlerle anılır olmuştur. 2010 yılında Balıkesir Dursunbey (17 kişi), Karadon (30 kişi), 2011 yılında Afşin-Elbistan’da (9 kişi), 2013 yılında Kozlu (8 kişi), 2014’de Somada (301 kişi), Ermenek’de (18 kişi), 2022 yılında Amasra’da (42 işçi) ve son olarak da 2024’de Erzincan İliç’te (9 kişi) toprak altında kalmıştır. Bu zaman içinde meydana gelen ve 1’er 2’şer hayatını kaybeden emekçiler olduğunu da hatırlatmak isteriz.
Bu sahanın akacağı apaçık ortada iken ve uzmanların söz konusu sahanın kayma riski doğuracağı yönünde sık sık yaptıkları uyarılara rağmen gerekli önlemler alınmamıştır. 2021 yılında işletmenin çalışma alanı 2,5 kat arttırılmış ÇED kapsamında herhangi bir sıkıntı olmadığı şeklinde Rapor düzenlenmiştir. Raporun altında da Eski Çevre ve Şehircilik Bakanının imzası bulunmaktadır.
Bu ülkede sürdürülen vahşi madencilik anlayışını sorgulamak zorundayız. Ülkemizde yabancı sermaye ve yerli ortakları tarafından sürdürülen ve insan yaşamını ve doğayı yok sayarak başta altın madenciliği olmak üzere yürütülen madencilik faaliyetleri facialara yol açmaktadır. Kendi ülkelerinde bir ağacın dalını bile kıramayanlar bizim ülkemizde 9 canımıza kıyarak çevremizi, ormanımızı, yaşam alanlarımızı talan ederek ve buna rağmen vergi borçları da silinerek faaliyetlerini sürdürmekte ve ulusal servetimizi çok büyük bir oranda kendi ülkelerine aktarmaktadırlar.
Madenlerimiz üzerinde bu ülkede yaşayan herkesin hakkı bulunmaktadır. Dahası üretildikleri anda tükendikleri ve yenilenemedikleri için gelecek nesillerimizin de bu madenler üzerinde hakları vardır. Madenlerimizin üretim süreçleri halkın bu ortak çıkarı esas alınarak ve gelecek nesillerin de ihtiyaçları gözetilerek kamusal bir anlayışla planlanmalıdır.
Oysa bugün ülkemizde yürütülmekte olan madencilik faaliyeti kelimenin gerçek anlamıyla “Sömürge Madenciliği”dir. Yeraltı zenginliğinin mümkün olan en kısa sürede ülke dışına çıkarıldığı, geride ise tümüyle verimsizleştirilmiş ve kirletilmiş bir toprağın bırakıldığı bu anlayış, sadece madenciliği değil, yaşamı da sürdürülemez hale getirmektedir. Bu madencilik anlayışı, bir üretim faaliyeti değil, bir sömürü faaliyetidir. Madenleri olduğu gibi, doğayı ve halkı da sömürmektedir.
İşletmede olaydan sorumlu olarak tutuklanan ve adliyeye sevk edilen 8 kişi bulunmaktadır. Elbette ihmalleri olabilir. Sorun burada değil. Sorun o günün Çevre, Şehircilik ve İklim değişikliği Bakanının da imzası olan ve madencilik faaliyetlerine izin verilen belgelere imza atan asıl sorumluların, denetimden sorumlu birimler de dâhil olmak üzere yargılanmamasındadır. Eğer bir işletmede can kayıpları ve çevre felaketleri yaşanıyorsa ortada teknik sorunların üstünde sistemsel zafiyetler var demektir. Bu zafiyetleri yaratanlar da yukarıda bahsi geçen yöneticilerdir.”